28.1.12

Kan Uyku

Bir biz varız güzel öbürleri hep çirkin
Bir de bu terli karanlık
Sonra bir şey daha var mutlak ama adını bilmiyorum
Nereden başlasam sonunda o ışıkla karşılaşıyorum
Yarı çıplak utanmaz bir kadın resmini aydınlatıyor
Akşam oluyor ya bir türlü inanamıyorum
Oturmuş iri yapılı adamlar esrar çekiyorlar
Daha bir aydınlık olsun diye içtikleri su
Sarı topraktan testileri güneşte pişiriyorlar

Bir korkuyorum yalnız kalmaktan bir korkuyorum
Gündüzleri delice çalışıyorum geceleri kadınlarla yatıyorum

Sonra birden büyümüş görüyorum ağaçları
Kısrakları birden yavrulamış
Havaları birden güneşli

Kadınlarla yattığım yetse ya
Bir de kadınlarla yattığıma inanmam gerekiyor

Hoşlanmıyorum

Turgut Uyar

Akçaburgazlı Yekta'nın Mahkeme Kararını Aldığında Söylediği Mezmurdur

Önce onların yanında çok iyi yüz gördüm.
Beni kapıdan karşılayıp ağırlarlardı.
Sofralarına konuk ederlerdi.
Onlar iki kişiydi ben birdim.
Bana elmadan sıkılmış soğuk sular sunarlardı. Kapılarını kapım bellemiştim.
Evlerinde oturacak yerim vardı.
Önce onların yanında çok iyi yüz gördüm.
Evleri gürültülü şehirden iki bin ayak uzaktaydı.
Tahtadan yapılmıştı.
Beni kapıdan alırlardı, -hoş geldin- derlerdi, onları sevindirirdim.
Birlikte yaşıyorlardı, çocuksuzdular.
Birinin adı Gülbeyaz'dı, o kadındı, öbürünün adı Sinan'dı, o erkekti.
Ben otuzunda Yekta'ydım,
Akçaburgazlıyım, oradan geldim,
Herkes bir yerlidir çünkü, Ben, Yekta bunu pek hoş buluyordum.
Sonra az ışıklı odalarına çıkardık. Bana yeniden -hoş geldin Yekta, bizi
sevindirdin senin yanında birçok şeyleri hatırlıyoruz- derlerdi. Serin
örtülü minderlere oturmak için ayakta dururduk. Beklerdik, Perdeleri
beyaz nakışlı olurdu. Halıları bütün odanın döşemesini usulca mor mor
örterdi. Patlıcan örnekleri ve turuncu güneşler vardı üstünde.
Birden hepimizin aklına o denizler gelirdi. Ayakta durmayı istemezdik. Serin
örtülü minderlere otururduk.
Bana -serin örtülü minderlerimizin üstüne otur- derlerdi.
Bana elmadan sıkılmış soğuk sular sunarlardı. Evlerinde oturacak yerim vardı.
Tütün sunarlardı.
Bir dinlenme zamanı kadar birbirimizi duyardık. Alışmak için zorluk çekmezdik.
Çünkü karşıt yerlerimiz kalmamıştı bilirdik. Girintilerimiz çıkıntılarımız
uygundu. Sussak da ses çıkarmazdık.
Karanlık her yere girerdi. Çünkü her yerde gece olur, Ben, Yekta bunu pek hoş
buluyordum.
Karanlık, serin örtülü minderleri sarmalayan az ışıklılığı altedemezdi. Çünkü
biz öyle bellemiştik. Halı da az ışıklı kalırdı, onun güneşleri,
patlıcanları da, minderlerin serinliği de. Az ışık, bizim, yani onların ve
benim, Yekta'nın, kaçtığımız yer değildi. Birbirimizin ışıktan kaçıracak
yerlerimiz yoktu. Az ışıkta da çok ışıkta da değişmezdik. Hep tıpkı
kalırdık.
Orda buluşmayı severdik yalnız.
Sarı bir kuşları vardı.
Adına kanarya derlerdi. Küçük bir kafeste odayı doldururdu.
«Ama ben onların ölümlü, yanılgan insan,
Geçen ve bir daha geri gelmeyen bir rüzgâr
olduklarını unuttum. »

Çünkü unutmak bana göreydi.
Çünkü ben de ölümlüydüm. Ben, Yekta, bunu pek hoş buluyordum.
Bu unutmak değildi, içinde olmaktı onun.
Önceleri daha iyi mi idi, bilmiyorum.
Gidip geldiğim,
Durulduğum koyu geceler vardı. Yıkık değildim.
Yıkılıp yeniden kurulmamıştım ama, yıkık değildim.
Gaz lâmbaları yakardık,
Ensiz çalgılar çalardık geceye.
Tekliğimiz ayışığına boğulur giderdi.
Teker teker üçer kişi olurduk. Öyle de iyiydi.
Ben ona, Gülbeyaz kadına, eski yalnızlığımı söylerdim.
Ben söyledikçe eskirdi,
Uzaklaşırdı.
Onunla. Gülbeyaz'la bakışır ısınırdık.
Sonra yanılgan insanlığım başladı.
Birinde üç gece dört gündüz orada, evde kaldım.
Üç gece dört gündüz Sinan'ın yatağında kaldım.
Gülbeyaz'la Allanın emri olduk.
Ne o beni kandırmıştı,
Ne ben onu baştan çıkarmıştım. İkimiz de bildiklerimizin ötesine,
bulduklarımızın üstüne çıkmak istemiştik. Bir noksanlığı vardı sanıyorduk
bütün olanların belki. Ama aslında bütünlüklerimize bahaneydik. Sinan
uzaktaydı. Sinan çemberimizin dışındaydı. Sonra ne bulduk.
Süregeldikçe kutsal gibi,
Kesildikçe kirli, utandırıcı.
Ama utancından kaçmayı biliyorduk.
Kutsal gibiliği üç gece dört gündüz kurtlar gibi bizi kovaladı.
Sonunda öyle bulduk.
Utandırıcılığı öbür insanlardan değildi.
Karşılaştırmadan değildi.
Birdenbire kendi boşluğundandı,
Gelip geçen avutuculuğundandı. Beklemesi vardı.
Kanaryayı görmek ayaklarımızı dolaştırıyordu.
Minderler serin değildi artık. Ben, Yekta, bunu pek hoş bulmuyordum.
Ama dördüncü gecenin yalnız sabahında yine,
O, Gülbeyaz
Benim ilk aklıma gelendi.
O kıyıdaki denizlerin mavişiydi artık.
Önce ve birden değişen dağlar oldu.
İstemek ve vermek başlamıştı çünkü.
Alamamak başlamıştı çünkü.
Gitgide düzelirdi biliyorduk.
Bunu bekliyorduk.
Yeni yeni yerler bulmuştuk birbirimizde
Onunla, yani Gülbeyaz'la ben.
Kaybettiğimizi bir zaman unuttururdu.
Bir zaman yerine yenilerini koyardı
Artık çok ışıktan kaçıyorduk. Gizleyecek yerlerimiz olmuştu birbirimizden.
Hem ikimizin ondan, yani Sinan'dan, hem birbirimizden.
Yine bir eksikliğimiz tamamlanmıştı galiba. İyice seçemiyorduk ama,
anlıyorduk. Uzun yaz gecelerinin durgunluğunu, geniş yapraklarının salıntısı
ile tamamlayan gizli bitkiler gibiydik. Kaçmamız telâşlı değil
sevindiriciydi önce. Ben o zaman, Tanrının, benim yapıma kattığı tatların,
bende ötedenberi durmakta olduğunu, daha ötelere kadar da durmakta
süregideceğini farkettim. Bu beni kendi yanımda yüceltiyordu. Gülbeyaz benim
toprağımı işleyen, kazmaydı. Günah olamazdı yaptığımız. Ben onun çeliğine
göreydim ancak. Biz her şeye inanmıştık. Her şey bizi inandırıyordu ama,
O'nun, Gülbeyaz'ın yanına artık,
Serin minderlerde oturmaya gitmiyordum.
Akşamüstleri yakıcı kırlardan suvata inen kır hayvanları gibi gidiyordum.
Kapıları benim çeşmemdi.
Ekmeğimi edindiğim ocaktı.
Bir bu benim dengemi sarsıyordu.
Beni. ateş sıcağında kavuruyordu.
Suvata inen yanık kır hayvanları gibi gitmemeliydim.
Kapısı ekmeğimi edindiğim ocak olmamalıydı.
Benim bu kavurgan sanılarını belki gizlediğimizdendi.
İnandığımı kurtarmalıydım.
Beni bulup çıkaran, ekleyip bütünleyen,
Bu duyguyu -Kurtulursa eğer bu güçlülüktü-
Arı duru etmeliydim, temizlemeliydim.
Önce onlardan çok iyi yüz gördüm.
Beni elimden tutar belliyordum.
Ona, Sinan'a -Bizi kov- dedim.
Onun kovduğu bizi ödeyecekti.
Onun gözünde kovulmuş olacaktık ama, biz kendimizi kutsanmış belleyecektik.
O, Sinan bizi kovmadı.
İnsanların adaletini, yani öcü, aramaya başvurdu.
Bizi yakaladılar.
Yani Gülbeyaz'ı ve beni, Beni. Akçaburgaz'lı Yekta'yı. otuzunda.
Yargıçların katına diktiler umudum nerdedir.
Bizim inanarak ettiğimizi yerlere çaldılar, ululuğu nerdedir.
Biz onu bulmuştuk, tükürdüler.
Bizi kirlettiler, yazıklar oldu bize.
Benim donumu ve Gülbeyaz'ın donunu
Ve yattığımız yatağın örtüsünü
Yüreksiz kişilere gösterip onları güldürdüler.
Halbuki biz o örtülerde yatarken,
Aklımız en ulu yerlerdeydi gücümüz.
Biz o zaman yaptıklarımızın günahını değil, yüceliğini biliyorduk. Bu, iki
gücün bir yeniye varması, bir yeni yaratmasıydı. Bu çiftleşme değil
tekleşmeydi. Tekleşmenin bir yönüydü. Yazık bize. O zaman bütün insanlara
inanıyorduk. Yıkmak istediler yıktılar. Yazık bize. Herkesin bir gün
ağlayabileceği, herkesin varamadığı için kutsallığını bulamadığı bir yere
götürüp, yüreksizleri güldürdüler, bizi alçaltıp ağlattılar. Yazık bize.
Olsun yaptılar şimdi kime sığınalım.
Nereye gitsek o yıkıntı bizimle artık.
Yeniden kursak korkarız.
Bu yıkıntı toz duman. Donumuzu gösterdiler.
Yazık bize şimdi nereyi tutalım.
Hangi yolu belleyip oraya düşelim.
Önceleri onlardan iyi yüz görürdüm
Bana elmadan sıkılmış sular sunarlardı.
Serin minderleri vardı, Ben, Akçaburgaz'lı Yekta, Cahil çocuksuz, bunları
pek hoş bulurdum.
Yanılmadım pişman değilim bu da vardı.

Turgut Uyar

İnfilak

Ben gidince hüzünler bırakırım
Bu senin yaşadığındır
Bir ev sıkılır kadınlardaki
Bir adam sıkılır kadınlardaki
Seni sevmek bu kadar mı
O benim yaşadığımdır.

Bazan da bir yerde kuşlar vardır
Ne uçmak, ne görünmek için
Bir karanfil pencereyi deler
Bir kapı kendiliğinden kapanır
İstesek sevişirdik, ama olmadı
Biz değil yaşayan acılardır.

Gitsem de her yerde biraz vardır
Hatırda zamansız bir plak
Bir otel kapısı, biraz istasyon
Vardır o seninle birlikte olmak
Buluşur çok uzaktan ellerimiz
Ve nasıl göz gözeyiz ansızın bir infilak.

Edip Cansever

Yenilgi Günlüğü

Pazartesi

benim adımı bağışla
.........

"sabah uyandırıldığında pazartesiydi
bunu iyice bildi, ağzı çirişli
yersiz, ürkek, yeni yaratılmış gibi
....

yenilmenin tohumunu taşır her pazartesi
çünkü yoktur dağların ve yaratılışın öncesi
insan uzatır ellerini bir perdeyi çeker

ve pazarsızlık kişiyi şaşkın eder
siner buğular gibi düşüncemize
her şeyin en haklısı en incesi

beklemek bir tepenin mutluluğunu
bir acının yakıp geçmesini beklemek..."

benim adımı bağışla
ben iklimler coğrafyasının ta kendisi
sanırım suyum başkalarınca ısıtılır
pazartesi
(...)

aldım pazartesi akşamı bir okka sucuk
öncesiz ve beceriksiz geldim odama.


Salı

birden karışmış gördüm
-karışmış olduğunu gördüm-
otobüs duraklarıyla reklam levhalarının
tutunduğum bir sarmaşık değildi
bir kayıştı otobüste
(...)

vakit akşamdı. ikinci gün
vakit akşamdı.
birden bazı yerlerde ışıklar yandı
ayrıldım.
eve döndüm
evi buldum.
 

Çarşamba

...
hiçbir şeye hazırlıklı değildik
oyunlar oynandı, gökler kapandı, yenildik
...

O zaman şehre çıktım bir elimde fırça
...
kim varsa gelsin artık yeniden oynayalım
hızım bir araba dolusu aşk gibidir
gölün rengiyle asfaltı karıştırıp
kızım, ne varsa hep yeniden boyayalım.
...

üçüncü gün. yorgun
ev aklımda. gitmeyi unuttum.


Perşembe

...
yersiz bir hamaratlı, bir görev duygusu
bir sarı lale kadar makbulse
akşamüstü bir kadına sunulan
...

çaresizlik değil yenilgi. (sonradan övülecek)
herkesin içinde yürekle buluştuğu bir yerdi
...

durduk ve yenilgiden umutlandık
başkaları başka şeyleri seçtiler
seçsinler

...
çarşamba günü sanki her şeyimiz tamdı
motorlar sirenler gidip gelişler
koyduğunu koyduğun yerde buluşlar
belki güzel bir takım şeyler
ama artık vakit akşamdı.

...
perşembe.
bir uzun ses bekledim. oturmadım
...
sabahı bekledim. cumayı




Cuma

ne söylenebilir! tam çağıydı, olağandık
sabahlarda süzgündük, ancak akşamlarda vardık
...

ne söylenebilir! her şey düzeliyor sandık
odalarda çok geniş alanlarda dardık
...

ne söylenebilir! tam çağıydı. belki aldandık
otlarla yeşerdik, güllerle sarardık

gücüm tazelenmedi, suratım eski. yırtık.
her şeyleri bıraktım, geniş kıyılara dadandım.
aik diye geceleri çözümledim. aldandım.
...


Cumartesi

yarın pazar
yarınki pazarların sessizliği


Pazartesi
...

kanatır akışını akarsuların çıplak şimdiki
başarılmamış bir geçmişten arta kalan şaşkınlık
şimdiki çıplak. yarı aydınlanmış bir duvardaki.
bir yenilgiden çıkarılmış bir deney. bir yaşlılık
soluğunu ağartırdı bir altın damlanın
...

seven, saygı duyan, yaslanan sana
mermerden yanılan, pelikülden, insan onurundan
mermere yenilen, peliküle, insan onuruna
seçim sandıklarından otuzüç dönülü plaklara
yenile yenile şaşkın, şimdiki çıplak
bir yaşlılık
ağartır soluğunu bir altın damarının
yenile yenile şaşkın
arta arta kendi diline aktardığı
sıkıntısına
...

"kutsal yenilgi!.. şimdiki.
o'na bağımsızlığını hatırlatıyorsun şimdi
her şeye yeniden başlamanın
kanattıkça"

Turgut Uyar

Yerçekimli Karanfil

Biliyor musun az az yaşıyorsun içimde
Oysaki seninle güzel olmak var
Örneğin rakı içiyoruz, içimize bir karanfil düşüyor gibi
Bir ağaç işliyor tıkır tıkır yanımızda
Midemdi aklımdı şu kadarcık kalıyor.
Sen karanfile eğilimlisin, alıp sana veriyorum işte
Sen de bir başkasına veriyorsun daha güzel
O başkası yok mu bir yanındakine veriyor
Derken karanfil elden ele.
Görüyorsun ya bir sevdayı büyütüyoruz seninle
Sana değiniyorum, sana ısınıyorum, bu o değil
Bak nasıl, beyaza keser gibisine yedi renk
Birleşiyoruz sessizce.

Edip Cansever

15.1.12

Ada Şarkıları'ndan

İnsan ayrılırken
fırlatmalı şapkasını denize,
içinde yaz boyu topladığı
deniz kabukları
ve gitmeli saçları uçuşarak rüzgârda,
kurduğu sofrayı sevgilisine,
devirmeli denize,
bardağında kalan şarabı dökmeli denize,
ekmeğini balıklara vermeli
ve denize bir damla kan katmalı,
bıçağını dalgalara saplamalı
ve salmalı sulara ayakkabılarını,
yürek, çapa ve haç
ve gitmeli saçları uçuşarak rüzgârda!
Döner gelir sonra.
Ne zaman?
Sorma.
 

Ingeborg Bachmann
türkçesi: behçet necatigil

14.1.12

Aşkımızın O Kararan

1.
koştum sana geldim ey acı

ey terkedilmiş

ilençli dinginlik

ey yenilmiş

bir aşkın şarkısı

işte geldim.


bir daha dönülmeyen

               o noktada

yıkık


barakalarla kaplı

bir çıkmaz sokakta

erirken


akşamın köpüğü


sadece

yalnızlıktı

             her şey tenha.


2.

bakın orda

tozlu yapraklarında

eski
anıların

bakın orda
bir eylül

vurunca hayatımızın
               bordasına

ne çıkar

          eylülse eylül

bakın orda

bir adam saklanıyor
bir otel odasında

esmer gözlüklü

bir adam
saklanıyor üç yıldır

adı behçet aysan.



3.
ve hüzünlü günler
sürer giderdi

ben de biner giderdim
               bir düş atına

yakalayamazdı

küflü ıslak
taş avlular

biner giderdim

al bir düş atına.

4.
ey gümüş yürek burgacı

ey yenilmiş
bir aşkın şarkısı

ey keder
ey acı
                  işte gidiyorum

düşerken
ardına söğütlerin

kan
portakalı




gibi bir güneş

düşerken ardına bütün

                     mutlulukların

ve


aşkımızın bizim

o kararan.

Behçet Aysan

Ahd-i Atik

tekvin

ve öyle bir yaz geçirdik Tanrının Bahçesinde
Bozuk paralarda sinemalarda gerçeklerde

Uzak görüşlülüğüne inanıp suların her şeydi taze
yalnızlığımız değil

bomboş ellerimizde sonsuz düzenler
anlaşamadık erinçin ve karşı koymanın gerekçesinde

korkusuz belki ama umutsuz değil ve uykusuz
aklımız kendimizin yapacağı bir şeylerde
dünyanın bütün saatleri onikilerde

her şeylere bir başlangıçtık ve bir sonduk
ve kimbilirdi aşk nerde oteller nerde

biz bir acıydık acımız idi bütün fenerlerde
ve kimbilirdi aşk nerde oteller nerde

indik ve yorgun argın ve saygımız idi yok
boşalmış istanbulda gökte ve her yerde

dünyanın bütün saatleri onikilerde


bir nefesin bütün uykusu kendini yonttu bir taştı
yalnızlığımız değil

kimbilirdi aşk nerde oteller nerde

ah, büyük gök yoksulsun suyumuz bile değilsin
ve maviliğin ve karanlığın ve karşıtlığın nerde
ah yüzgöz olduğumuz sanki karımız deniz
ve karşımız ve arkamız ve her yerimiz

kimbilirdi aşk nerde oteller nerde 


göç 

uzakta. Kimsenin ölmediği o yerde
Uzakta. Hayvanat Bahçesinde
doğurur kendine aykırı fil
yıkanmaya su dağıtılırdı,herkes,
kendi akşamını çıkarırdı karanlıktan.

Kargış, o güzel bitki, ona tapardık!..
Kalabalık ölülere, dirilere bölünürdü
Uzakta. Çok kesilen kağıtlar ülkesinde...

sular o yanlış kökleri çürütürdü.

ve kimsenin hiç görmediği yerde
onun bir kan tadı idi sesinde
benzin ve banka dağıtılırdı, herkes,
göçen, yerleşen bir şey değil
herkes kaçışandı yalnızlıktan
Kadınlar erkeklerle idi, yalnızlıktan
herkes herkesle idi yalnızlıktan...

Kargış, o güzel bitki!

ve sonra duvarları dibinde ölünürdü.
Ölüm idi kolayca yenen kişiyi,
uzakta. Hayvanat Bahçesinde.
bir çocuk , bir öyküde, bir düşü yürütürdü... 


levililer 

... saçlarınızı ve tırnaklarınızı büyütünüz dediler
büyük olsun,
büyüttük...
ve trenlerde gidiniz ve otobüslerde ve gazete
okuyunuz!..
ve hep gidiniz!..

ve atlar ve tüfekler ve sözler eskidi birgün.
O gün. Artık büyüdünüz dediler...
o gün artık büyüdünüz dediler...

...ve birgün yalnız kalındı bütün ilişkilerde
ve kimbilirdi aşk nerde oteller nerde?..

eğlendik köhne uçaklarla, kokulu sabunlarla yıkandık
saçlarımızla, yeleklerimizle kıvandık...

o yağmakaranlık büyürdü durmadan,
"Yalnızdık, Kimsesizdik, Bağışlanmalıydık..."

Ama kimbilirdi aşk nerde, oteller nerde?..

...şeyi indirdik, ses, boş, adı biryerlere yazıldı.
eskiyen nesi varsa onundu, aldı yürüdü, gene de...

Bir susuzluktu onun şarkısı belki tuzlu ve hüzünlü
Her gün bir sevinç yabancıydı onun ağzında
Partilerde Meydanlarda, örneğin SüPanCe boğazında,
çok çok idi, bir gözlük, bir boyun atkısı, bir ölüm!..

Bir gün günah yapılmazdı hiçbir yerde
ama kimbilirdi aşk nerde, oteller nerde!.. 


sayılar 

Nasıl çoktuk - iyiydik,nasılkalabalıktık - bolduk
Bir tuz ve bir sakal.
Durakta...

Yaşayan bir kediye ağıt. Sonuç.

Sevinçli şapkalara, tüylü kumaşlara, bir adamın son
    evine bir çalgıdır bıraktığımız. Sonuç.
Ey - ey, siz,bütün gemicilerin kocaman kaptanları. Sonuç.
eyen güzel ölügemici.
Sinemalar, defterler, yollar doldu bizimle.

Gelişen bir ağıt.

Askerler ve mızıkacılar için. Sonuç.
Kimbilirdi nerde oteller nerde..
Artık ellerimiz kimbilir hangi güvertede, karanlık
    geceyi bir suyla açıklamaya uğraşıyor. Sonuç.

Gelişen bir ağıt.

Ben 11'le gideceğim sen 17'yle mi?..
Sen beni seversin
atlar öldüğünde ve
şapkam başka olsa bile...

İşte. Bölündük belli olduk.
Durakta. 


tesniye 

Dilerim acıyor sıkmaktan
tiyatrodayız. Yanlışlık sonsuz biçimini buluyor.

ah şaşkın mevsim biraz çılgınsın, kalırız.
otobüsler kaçar, biz kalırız.

herkes çıkar, alkış yok

ah çılgın durak sesin çok uzak
sesin öyle uzak
her şey öyle artıyor, sesin çok uzak

    ben iki kişiyim övüşürüm durmadan

ölü bir balıkız öyle, ölü bir balık
beyaz eli bekleyen
anılarla sayılar ardında

    ben iki kişiyim övüşürüm durmadan

her şey biraz ince biraz kalın
bir cenin büyür şurda perdesi kalın
göller üstüste gelir ve sular kalın
insanların benimle görütüğü saatlerde

    ben iki kişiyim övüşürüm durmadan

ve bir post bir bedeni ısıtır
bir kentte güneş battı mıydı
beyaz eller işler ve lokantalar

    ben iki kişiyim övüşürüm durmadan

ey çılgın durak kalın
övmemi bekleyin ve kalın
eller ve ayaklar ve kıllar kalın
büyük bir şeye geliyoruz bulut gibi
saklanan ve güvenilen bir şey
herkes ölürken herkes kalırken bile kalın

kimbilirdi aşk nerde oteller nerde...

Turgut Uyar

12.1.12

Büyükşehir

Tanrıça Büyükşehir tükürdü attı bizi
bu ıssız taş denizine.
Bıraktı yüzüstü, biz ki
soluğunu çekmiştik içimize.

Orospu Büyükşehir bize göz etmişti —
yumuşak, çürümüş kollarına girdik;
aksak topal geçiyorduk acıyı sevinci,
acınmak istemedik.

Anamız Büyükşehir şefkatlidir ve iyi —
boş muyuz, yorgun muyuz
o geniş kucağına alır da bizi —
ve org çalar bir rüzgâr, üstümüzde sonsuz.

Wolfgang Borchert
türkçesi: behçet necatigil

Abdal

Yürür asfalt ovalarda abdal.
Vitrinlerin düşen kepenklerinde
Hep hüzün çeşmeleri: lambalar.

Yüzer gibi önce bir tulum yavaşça
Yanaşır kıyımıza eski diclelerden
Ve fırlar ilk bedevî, dalar çadırımıza.

Nerde bu leylâ, aslı nerde?
Çıkartmalar, yağma ve leylâ!
Vurur ferhat dağlarına abdal - -
Bir fener olacak ilerde bir yerde.

Sığ sulara dönen yorgun gemiler
Yangın ve tütün içinde arar da
Görmez geçer sönmüş eski feneri - -
Bir ses çınlar karanlıkta: Kayalar!

Ateşin daha yeni bulunduğu çağlarda
Yine böyle yanardı bu lambalar,
Sonra asfalt ovalarda
Akan seller ve abdal.

Behçet Necatigil

11.1.12

Gecekuşu

Kaçtık kentin bizi sarmayan sesinden
denizin kış artığı sessizliğine
izlendiğimizi biliyorduk hem de kendimiz kendimizi
bir umut, bu kez öyle olmayabilir ve öteki
susar, bağışlarız biz bizi

gecekuşu aynı zaman aralığını kullanıyor
çığlığını boşaltırken yeryüzüne
yüreğin ve saatın kullandığı aralığı

yıkılmış köyleri, göçmüş olanları yollarda
çocukları, ruhlarını o doğulan yerde
bırakmış, gözlerinin ardı boşalmış yaşlıları
utangaç kadınları, öfkesi kendini bitiren erkekleri
onları onları onları taşıdığımızı
her çığlıkta yeniden anımsaya çoğalta
hükmü hayatına düşürülmüş
                                      biri halinde
gece acı azığımız paylaşıyor bizimle
uyumuyor uyutmuyor uslu durmuyor

oysa güller vardı önce aklımızda
iğdeleri gördük zambakları da
ayartıldığımız güzel kokulara
kök edinmiş aşka, derin buluşmaya
onları bulurduk bulmasına
gece, kuş çığlığı yüreği çıldırtan aralıklarla
yiten dinginlik
-gündüzü bekledik-

Gülten Akın

Veda

Gül dudaklarını
bir kez daha öpmek için bırak bana.
Uzak bir köpek, dışarda
gitmem gerektiğinin farkında.

Aydınlık kucağını
bir kez daha dua etmem için bırak bana.
Kurtar beni tüm acılardan!
— dinle, denizden esen rüzgârın sesini.

Yumuşak saçlarını
bir düş için hemen bırak bana:
Sevişmenin aşk olacağı —
bu düşü bırak bana!

Wolfgang Borchert
türkçesi: ayşe sarısayın

10.1.12

Yol

Bana tarihini anlattın
Tarihimi onunla ölçeyim diye
Saatını söyledin saatıma
Dostum, eski arkadaşım
Şaşkın sular gibi dağlara dağlara
Mı gidelim dedik, gittik yoşuduk
Öyle iyi ettik
Çünkü sözler
Sözler davranırsa bizden önce
Tohum çürür yozlaşır tarla
Yabancılaşırız kendi toprağımıza

Bir olduk kayayla sarmaşık
O yüzden
Çocuklarımızı örnek resimlerden seçmedik
Onlar kendileri geldiler
Onlarla birlikte bütün bir ülkenin
Kızlarını sevdik, oğullarını benimsedik
Çan sesleri, öncü gürültülerle
Yaşlandık gençlik içinde
Dostum eski arkadaşım

Dostum, eski arkadaşım
Bildin, korkak bir kâğıda
Yiğit bir kalemle nasıl yazılmazsa
Bildin. Direnç yosunlu sarnıçlardan
Sızan sular gibi doldurmalı halkı
Yiğit bir kalem olmayla birlikte
Dağların bilge dervişi gezmeyi istedin
Demiri pasından ayırdı özverin

Varsılları gördük
Altın horozlar gibi susuyorlar
Dünyanın el altı yöneticileri
Onlarla kabarıp susmadık
Yoksulları gördük
Doğdukları yerde kalamazlar
Yoklukla beslenen kargış
Kocaman bir fırtınadır
Onları yurdundan sürer çıkarır
On beş yıl birlikte dönendik

Geldik sonra
Büyük kentlerin kapılarına
Kandan gölleri var
Çocuklarımızı bulduk atlayıp geçemiyorlar
Düşenler oluyor, asılıp duranlar
Başlarında yurtseverlikten bir ayla
İkiye vurulmuş saçları

Kanı kanla yumazlar dedik
Bunu böyle belleyip bellettik
Şimdilik
Gün küçük dağların ardında
Ve yolumuz var daha
Her şey olgunlaşır
Çürüyüp dökülür zincir
En güzeli, yol yürüyüş öğretir
Dostum, eskimeyen arkadaşım

Gülten Akın

Eşdeğeriyle Yan

Eşdeğeriyle yan yana yürürken
Cehennem sokağında birey olmak,
Ve en inceldikten sonra
İlkel sözcüklerle konuşmak seninle.

Saat beş nalburları pencerelerden
Madeni paralar gösteriyorlar,
Yalnızlığı soruyorlar, yalnızlık,
Bir ovanın düz oluşu gibi bir şey.

Hiçbir şeyim yok akıp giden sokaktan başka
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.

Cemal Süreya

Phoenix

Ben orda, akşamına orospular dadanan
Camlarında pis sinekler gezinen, ben orda
Eskimiş bir tutuşla şarabını içiyor
Kadınlarda oluyor kadınsız bakışlarla
Başıyla öne düşmüş yüreğiyle beraber
Ya Tanrı'ya inanır ya da isyana.

Kimseye vermiyor ki acılardan atarsa
Kuytular çıkarıyor sevişmeler onlardan
Bu nasıl bir bakış ki dünyaya intiharla
Ya da hep kar yağıyor da düşünmesi siyahtan
Öyle ya kim sevişirdi acıları olmasa
Kim bakardı uzağa köpekleri saymazsam.

Orası bir ölümdür şarabımı doyuran
Ölünen yüzler gibi bir bütündür adamlar
Vaftizi gün ışığında bir garip protestan
Tanrısıyla sevişir; herkes bilir sevişmeyi o kadar
Kim ne derse desin ben bu günü yakıyorum
Yeniden doğmak için çıkardığım yangından.

Edip Cansever

Petrol

Bıkmıştım, kediler damlarda vardı
Adamlar geliyordu birtakım adamlardan
Ben, Henri, Alain, bir de Bob
Bugün hepimiz noksan
Bugün hepimiz noksan.

Henri'yi tanıyoruz, kim der ki tanımıyoruz Henri'yi
O bizim musluğumuzdur, çok hızlı akar Avrupa'dan
Alain'se açlığımızdır; bir sürü kadınlar tanır
Günün her saatinde ayrılan
Günün her saatinde ayrılan.

Yorgundum, uzakta güller vardı
Yeni bir gül oluyordu bir gülün oynamasından
Bir ay yeni bir ay yapıyordu odaya girdiğini
Biz Bob'u çok seviyoruz, Bob çünkü umutsuzun biri
Ölüler gibi yani, en çabuk akılda kalan.

Kim geçti bu leylâktan nedense anlaşılmaz
Karışık yüzler aldık birtakım çarşılardan
Ben, Henri, Alain, bir de Bob
Burası Avrupa bazan da şiirde olan
Sizi anlıyorum
— Ne çıkar bizi anlamaktan.

Edip Cansever

Nilüfer

Ben oraya koymuştum, almışlar,
Arasına sıkışık saatlerin.
Çıkarır bakardım kimseler yokken;
Beni bana gösterecek aynamdı, almışlar.

Kışken ilkyaz, sularımda açardı;
Buzlu dağlar gerisine kaçıracak ne vardı?
Eski defterlerde sararmış yaprak.
Beni bana gösterecek anlamdı, almışlar.

Bir ışıktı yanardı yalnız gecelerde;
Akşam, çiçekler uykuya yattı,
Sardı karşı kıyıları karanlık - -
Beni bana gösterecek lambamdı, almışlar.

Behçet Necatigil

Sesin Senin

Kahkaha kesin bir sınırdır senin sesin için;
geçmezsin kahkahaya. Bu da gülümsemeyi
senin tapulu malın yapar. Gülmek sende
gülümsemenin bir noktada taşkınlığı
oluyor daha çok. Bu bakımdan gülümsemenin
bütün öğelerini de birlikte getiriyor.
İş bu kadar da değil, yeni bir takım öğeler
de getiriyor. Ilıktır senin sesin. Güvenli
olmaktan çok güven uyandırıcıdır. Konuşurken
kimseyi dinlememene ne diyeceğiz peki?
Buna karşılık sözcükleri sakıngan sakıngan
kullanman var, ona ne diyeceğiz? Alırken
suçsuz, verirken duyarlı bir ses. En büyük
modaevini yönetecek olsa sinirli tonlar kazanacağına
muhakkak nazarıyla bakılabilecek,
ama, söz gelimi, hiçbir belediye başkanı
olamayacak bir sese. Sanırım, bakışlarla
sesler arasında bir bağıntı kurulabilir.
Belki de yanlıştır bu varsayım. Ama
doğru olsa, senin sesinle bakışın arasında
bir paralellik, hatta bir özdeşlik olduğu
görülebilir. Daha doğrusu sendeki bu özdeşlik
böyle bir varsayıma itiyor kişiyi.
Kimbilir, başka belirtiler gibi, bakış ve ses de
aynı ruhun değişik planlardaki görünümleridir
belki de. Ruhun, özdeş yönlerini denediği
organlar olabileceği gibi, çelişkin yönleriyle
belirdiği organlar da vardır. Olabilir.
Söz bitince senin sesin de biter; oysa
sözü tüketen sesler vardır; söz tükenince de
sürüp giden sesler vardır; söz tükendikten
sonra başlayan sesler vardır. Senin sesin
sözle özdeş. Çığlık değil, düşünce senin
sesin. Ama etin, kemiğin malı olmuş bir
ses. Ömründe bir iki kez büyük ihanete
dadanmak isteyebilir bu ses. Küçük iha-
netler onun düşünceyle kurduğu ilke-
leri aşmaz, aşamaz. Ah! razı olma
sevgilim, katıl. Katıl ama razı olma.
Biraz da kendinden memnun bir ses.
En büyük eleştiriyi, yadsımayı son
anda yaparsın sen: Sanırım sende bul-
duğum en doğru gözlem bu. Oysa eleş-
tiriyi son anda yapmak, razı oluşun ta
kendisidir. Korkaklıktır da. Şu var:

Fotoğraf çektirmek için yan yana getirilmiş iki nesne değiliz biz
Güvercin curnatasında yan yana akan iki güverciniz
Mesafeler birleştirdi bizi bir de sözler
Razı olma hiçbir sessizliğe
Biliyorsun seni seviyorum
Pencereden bakmayı
Öğreteceğim sana
Sesin
balkona asılı çamaşırcasına
Havalansın, havalansın dursun
Sokakta değil balkonda;
dışarı çıktığın zaman
romanını yastığın altına sakla;
Şiirini mutfağa koy
Boş bir deterjan kutusu vardır nasıl olsa,
Öykünü yanına alabilirsin elbet
Müziğini de, resmini de

Niçin güvenmiyorsun bana?

Cemal Süreya

Hüthüt

Sanki düğün olmuştur
Sevmiş, sevilmiş, yenmiş, yenilmiş
Çekmiş, çektirmiş
Oyun hüzün olmuştur.

Düştür doğaldır içlenme
Bezginlik çöllerinde bir gece
Karanlıkta senin de
Yüzdüğün olmuştur.

Ay peşinde
Bitkin akşamlar nikotin
Düşer bir gün giyotin
Aksâdeler giyindiğin olmuştur.

Süleyman ve Sabâ, hüthüt ve Belkıs
Söylerdi sorsaydık, geç git, bunlar - -
Necatigil yok şimdi
Belki bir gün olmuştur.

Behçet Necatigil

Serin Mavi

Dağ köyleri serin, kıyılar mavi
Yaz sıcağında şehir
Bunaltır beni.

Hava yapışkan yağlı
Kalkıp bir yere gitsem
Yollarım bağlı.

Kıskanıyorum kuşları
Ben uçmasını bilsem
Uçmak serin ve mavi.

Yaşa nasıl yaşadıysa anan baban
Öndekine uyar arka tekerlek
Git gel aynı yollardan
Aynı arabayı çekerek.

Çocuk dört duvarın içinde hür
Havasız odalarda kirli sokağa karşı
Pencere gerisinde solgun bir çiçek büyür
Düşünür kırık saksı.

Yattığın yerden senin de
Bulutlar görünür mü
Seyret gökyüzünü
Bir cam genişliğinde.

Behçet Necatigil

Metinlerde Buluştuk

Metinlerde buluştuk, kopkoyu deyimlerde,
Koşut ve eşzamanlı okuduk kimi kitapları;
O arada iki de defterimiz oldu,
Biri babasına daha çok benziyor.

Bir türlü kotarılamayan uğraş,
Ç harfini daha yeni dönmüşüz;
Gözlerimizde İbni Sina bozukluğu,
Dostumuzsa, Bodrum'da, dönmez geri.

Uzaklardaydın, oracıkta, öbür kıtada,
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.

Cemal Süreya

Aslan Heykelleri

Çoğaltan ellerini seviyorum kaç kişi
Dokundukça dokundukça aslanlara
Parklarda yakışıklı aslan heykelleri
Birdenbire önümüze çıkıyorlar buysa çok güzel
Bizim bu aşkımızın aslan heykelleri
Şahane değişik hüzün heykelleri yani
Ben bütün hüzünleri denemişim kendimde
Bir bir denemişim bütün kelimeleri

Yeni sözler buldum bir nice seni görmeyeli
Daha geniş bir gökyüzünde soluk aldıracak şiire
Hadi bir de bunlarla çağır gelsin aslan heykelleri
Oldurmanın yıkmanın yeniden yapmanın aslan heykelleri
Olduran yıkan yeniden yapan gözlerini seviyorum kaç kişi
Bir senin gözlerin var zaten daha yok
Ya bu başını alıp gidiş boynundaki
Modigliani oğlu Modigliani

Az şey değil seninle olmak düşünüyorum da
İçimde bir sevinç dallanıyor kaç kişi
Bir geyik kendini çiziyor karanlığa sonra kayboluyor
Karanlık maranlık ama iyi seçiliyor
Yorgan toplanmış bacakların seçiliyor
Bir uçtan bir uca bacaklarının aslan heykelleri
Onları ne denli sevdiğimin aslan heykelleri
Ayık gecemizi dolduruyorlar bir uçtan bir uca

En olmayacak günde geldin tazeledin ortalığı
Alıp kaldırdın bu kutsal ekmeği düştüğü yerden
Bunlar hep iyi şeyler ya öte yanda
Olsa yüreğim yanmayacak aslan heykelleri
Ama yok aslan heykelleri var köpek
Delikanlı bir köpeği var onunla yatıyor
Adalet Hanım iki kişilik karyolasında
Bozulmuş burjuva ahlakına örnek

Cemal Süreya

Kalmak Türküsü

Daha gidilecek yerlerimiz var
Şu sohbetini dinler gideriz
Coştukça şarkılar, türküler, sazlar
Rakı mı, şarap mı, içer gideriz.

Geçse de umudun baharı yazı
Gözlerde kalıyor yaşanmış izi
Kimseler kınamaz burada bizi
Ne varsa hesabı öder gideriz.

Söyleyecek sözü olan anlatsın
İsterse içine yalan da katsın
Yeter ki kendinden, bizden söz etsin
Yalanı doğruyu sezer gideriz.

Neler gördük neler bu güne kadar
Daha gidilecek yerlerimiz var
Bizi buralarda unutamazlar
Kalacak bir türkü söyler gideriz.

Sevgiye var olduk sevdik sevildik
Kavgalara girdik öldük dirildik
Bir anlam fırını içinde şiştik
Anlamlı güzeli sever gideriz.

Özdemir Asaf

İçinden Doğru Sevdim Seni

İçinden doğru sevdim seni
Bakışlarından doğru sevdim de
Ağzındaki ıslaklığın buğusundan
Sesini yapan sözcüklerinden sevdim bir de
Beni sevdiğin gibi sevdim seni
Kar bırakılmış karanlığından.

Yerleştir bu sevdayı her yerine
Yüzünde ter olan su damlacıklarının
Kaynağına yerleştir
Her zaman saklamadığın, acısızlığın son durağına
Gül taşıyan çocuğuna yerleştir
Ve omuzlarına, daracık omuzlarına
Üşümüş gibisin de sanki azıcık öne taşırdığın
Tam oraya işte, uçsuz bucaksız bir düzlükten
Bir papatya tarlasıyla ayrılmış göğüslerine yerleştir
Ve esmerliğine bir de, eski bir yangının izlerinin renginde
Saçlarının yana düşüşüne, onları bölen ikiliğe
Alnından başlayan ve ayak bileklerinde duran
Yani senin olmayan, seni bir boşluk gibi saran hüzne yerleştir
Yerleştir onu bir kentin parça parça aklında tuttuğun
Kar taneleri gibi uçuşan
Ve her gün biraz daha hafifleyen semtlerine
Yerleştir bu sevdayı her yerine.

Ekledim ben tattığım her şeyi denizlere
Bildiğim ne carsa onlar da hep denizlerden
Sen de bir deniz gibi yerleştir onu istersen
Sevdayı
Ve köpüklendir
Ve yaşlandır ki işte kederi anlamasın
Ama dur, her deniz yaşlıdır zaten
Öğrenmez ama öğretir mutluluğu
Bizim sevdamız da öyledir, iyi şiirler gibi
Biraz da herkes içindir. Ve gelinciğin ikinci tadına benzemeli
Var eden kendini birincisinden
Yani bir sevdayı sevgiye dönüştüren.

Ben şimdi bir yabancı gibi gülümseyen
Tanımadığın bir ülke gibi
İçinde yaşamadığın bir zaman gibi
Tam kendisi gibi mutluluğun
Beni bekliyorsun
Ve onu bekliyorsun beni beklerken.

Edip Cansever

Kuyruk

En uzun kuyrukların en sonunda bendim
Sokakların ayazı sırtımda hurra
Bana gelmeden sıra bitti kıştı
Bir civa baktım otuz sekiz beşti
Sonra yataklarda
Acaba.

Bu bir yerden ötekine yetişmeler koşmalar
Bu taşıtlar bu ekmek bu et kömür yağ
Sizin böyle âdi konularla işiniz yok
Böyle küçük geçici
Ah siz ne cici
Süzülmek bulutlarda
Acaba.

Bu kuyruklar yüzünden benim bunca kaybım
Meselâ
Hem bazı kayıplar bir bakıma kazançtır
Netekim kuyruklarda ben hava aldım
Ya başka alanlarda
Acaba.

Behçet Necatigil

Kongo

Biter hafif bombelide alkol
Başlar birden bir kara
Ormanın korkunç kuytusu.
Uyumuş ak ceylân uzakta
Uyumuş baobab, uyumuş su.

Uyku mu, ne uykusu?
Camdan bir kahkaha kulakta parçalanır,
Sıçrar kısık bir haykırı korkuda.
Ensesini dağlamış gibi kızgın bir soluk
Benilder ak ceylân uzak beyaz uykuda.

Pistir gece yarısı.
Düşmanca sırıtır bir çentikten
Gâvurca günahlar ve bütün azgınlık.
Uyu ceylân sen orda..
Çatlamış alın damarı,
Kabarır Kongo.

Büyür bir boş bardak hafif bombeli
Çatadak kırılır sırça.
Kabarır Kongo.

Daracık borular birer sübap gibi
Açılır kapanır, açılır kapanır
Sen orda..
Mutlaka bir yerin çürüdü şimdi.

Mutlaka bir yerinden aktı kan.
Şimdi
Olsa
Hafif bombeli
Daluykularda
Kongo.

Behçet Necatigil

Yılgın

Bir sargın umut yakaladım onu kuşandım
Serin mavi bir gökyüzü buldum onu kuşandım
Denize doğru sokaklar gördüm onları da kuşandım
Üstlerine üstlük seni kuşandım
Tedirgindim namussuzdum deli deliydim
Uslandım

Üç dilim kavun kestim birini ben yedim
Kavundan üç dilim kestim birini yedim
Birini sana ayırdım kadın al birini sen ye
Sabah olsun sabah olsun ilk işim bu
Öbürünü götürüp civcivlere vereceğim

Senin bir yönün var orada durur yaşarım
Bir de acun var ben içindeyim
Ben içindeyim tüm itlikler sahanda yumurtalar onun
                                                                         içinde
Orospular içinde Hurşit Bey içinde sen içindesin
Üç dilim kavun kestim birini sen ye
Kabuğunu at Hurşit Bey'i at itlikleri at

Durup durup sana sesleniyorum

Turgut Uyar


Çakıltaşları

Duru bir suyun dibindeki renkli çakıltaşları
Nasıl taşarlarsa oynak renkleriyle biçimlerinden,
Esneterek cansız ve katı sınırlarını;
Tıpkı o çakıllar gibi taşırıyor benim de sesim,
Dilimdeki sözcükleri kalıplarından dışarı.
Acıyla, hüzünle ve umutsuzlukla
Çoğaltarak günbegün bilinmedik bir aşkı.

Metin Altıok

9.1.12

Aramızdaki

sevgilim sevgilim
kuzey sanrısı gibidir
geceyi beşe filan böler
sonra ayılar hüzünden ölmez
sevgilim sevgilim
açlıktan ölür onlar

işte bundan ötürü
hüznü artık bir ayıya bıraktım
sevgilim sevgilim
bir ayıya
ister ormanda kullansın
ister buzdağında

hayatın kutlu olsun sevgilim
ki sana değişe değişe aktım
kimi zaman bir japon gibi uykusuz kaldım
-uykusuz kalır mı onlar bilmem aslında-
sevgilim sevgilim
bir orman gibi çoğal aramızda
şehirden bir çocuk olarak şurda burda
bir sabuntozu markasında köpürerek
çınarın tutsaklığını
ve menekşenin tutsaklığını
ve menekşenin sevincini yaşa
sevgilim sevgilim
hüzüne yer var hayatımızda

Turgut Uyar

Depozit

Ben size bunu okkadar açık söylemişken...
Sonsuzluk, bilmiyoruz ki, belki de
Şefkatli bir şeydir, ne bileceksiniz
Taş karışmıştır dilime çoktan bağışlayın.

Ağrım geçer, nehirler üstüme akar üstüme
UmDumDu bu dünyada,
Bazen benim sanırım bazen hiçkimsem yok.

Uzun uzun, karıştırarak, onu bunu, bilirsiniz
Zaman sıkıntılılar için hiç geçmeyen şeydir.

Bana uzak diyarların taşlarını topladığınızda
Teşekkür edemedim size bir ara bağışlayın.
Ben o topladığınız taşlar kadar baş ağrısıyım.

Çok eskimiş bendeki, ve bir okkadar katı
Uzun uzun oturdum bugün dediğime bakmayın
Siz bana yine de güzel bir şey anlatın.

Benim bir kalmışlığım durmuşluğum vardır zaten
Bir taş nasıl ağrır katılıkta,
Bu dünyada isteyip verememek nedir, benden anlayın.

Birhan Keskin